Tohum meselesi üzerine..

Türkiye üç bini endemik, 13.000 bitki çeşidine ev sahipliği yapan farklı ve zengin ekolojik yapısı, farklı toprak çeşitleri ile, polikültür tarım yapılan önemli bir tarım ülkesidir. Bu kadar zengin çeşitliliğe sahip tarım yapısı, ne yazık ki son yıllarda uygulanan yanlış tarım politikaları nedeniyle çiftçisinin kazanmadığı tüketicisinin tarım ürünlerine uygun fiyatlarla erişemediği bir ülke durumundadır.

Ferdan ÇİFTÇİ

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası

İzmir Şube Başkanı

ekolojik yapısı, farklı toprak çeşitleri ile, polikültür tarım yapılan önemli bir tarım ülkesidir. Bu kadar zengin çeşitliliğe sahip tarım yapısı, ne yazık ki son yıllarda uygulanan yanlış tarım politikaları nedeniyle çiftçisinin kazanmadığı tüketicisinin tarım ürünlerine uygun fiyatlarla erişemediği bir ülke durumundadır.

Tarımsal üretimin yapılabilmesi için uygun ekolojik koşullar, su, uygun toprak yapısı ve tabi ki tohum gereklidir. Tohum sadece bitkisel üretimin değil hayvansal üretimin vazgeçilmez girdisidir ve tarımsal üretimin başlangıç materyali olarak son derece stratejik bir öneme sahiptir. Tohum varsa tarımsal üretim var, gıda var. Elimizde tohum varsa ilaç gübre vb diğer girdileri kullanmadan az ya da çok üretim yapabiliriz. Ancak tohum yoksa hiçbir şekilde üretim yapamayız. Bu nedenle “Tohum Yaşamdır”.Tohuma sahip çıkmak yaşama sahip geleceğe sahip çıkmaktır. Bu nedenle tohumculuk politikaları bir tarım politikası olması yanı sıra aynı zamanda bir bağımsızlık politikasıdır.

Bu nedenle tohumculuk son yıllarda tarım ve gıda alanında en fazla konuşulan konuların arasında gelmektedir. Bu hem uluslararası ilişkiler, dünya ticareti düzeyinde olduğu, ulusal düzeyde de dışa bağımlılık, yerli ve yabancı tohumlar, verimlilik gibi farlı tartışmaların yaşandığı bir alan durumundadır. Bu tartışmalar son yıllarda yurttaşların da ilgi alanına girerek genişlemiştir. Bu Özellikle biraz sonra aşağıda açacağımız şekilde GDO, Hibrid gıda sağlık tartışmaları düzleminde yer bulmuştur.

Bu çerçeve içerisinde bu metinle bazı sorulara yanıt bulmaya ve görüşlerimi paylaşmaya çalışacağım.

Türkiye Tohumculuğunun Serüveni:

Türkiye’de 1930’lu yıllar tohumun öneminin öne çıkarılarak araştırma çalışmalarının başlatıldığı yıllar olarak bilinmektedir. Daha sonraki yıllarda araştırma kuruluşlarında ülkemiz şartlarına uygun çeşitler geliştirilerek özellikle hububat tohumluğu üretiminde1950 yılında 5433 sayılı yasa kurulan Devlet Üretme Çiftlikleri devreye sokularak Türk çiftçisinin kaliteli tohum kullanması hedeflenmişti. Uzun yıllar Devlet üretme çiftlikleri ve araştırma enstitüleri ile tohumluk üretiminde bir ilerleme sağlanmıştır. 21.8.1963 tarihinde 308 No.lu Tohumlukların Tescil, Kontrol ve Sertifikasyonu Hakkında Kanun çıkarılmış ve tohumlukta sertifikasyon sistemine geçilmiştir. Dünyadaki liberal ve neoliberal politik gelişmelere paralel olarak 1980 24 Ocak kararları etkisini bu alanda da göstermiş. Devlet tohumculuktan çekilirken özel sektör hakim konuma gelmiştir. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının verilerine baktığımızda Tohum sektörünün ağırlığını oluşturan sebze, patates, mısır ve ayçiçeği tohumluğunda özel sektörün payı %100’e, buğday’da %70’lere ulaşmıştır. Bu bazı çevreler tarafından tohumculukta gelişme olarak gösterilmektedir. Bu hatalı bir görüştür. Çünkü evet, özel sektörün payı yükselmiş ancak tohumlukların yerli üretimlerinde yeterince bir iyileşme olmamış bazı tohumluklarda tamamen dışarıya bağımlı hale gelmiştir. Tohumculuğumuz ve gen kaynaklarımız çok uluslu şirketlerin hakimiyeti altına girmiştir.

Bugün Parasal değer açısından baktığımızda tohumlukta 2016 verilerine göre 202.127.000 dolar ithalat 153.449.000 Dolar ihracatla ithalatçı durumdayız. Bu sebzede 22.433.000 Dolar ihracat, 111.380.000 dolar ithalat, Mısırda 17.787.000 Dolar, 30.058.00 Dolar İhracat, Ayçiçeği’nde 13.260.000 dolar ithalat 73.399.000 dolar ihracat iken Patateste 19.286.000 dolar ithalata karşılık ihracatımız yoktur.

Burada dikkat çekici konu mısır ve ayçiçeğinde ihracatımızın ithalatımızdan fazla olmasıdır. Ne yazık ki buna salt rakamsal değer olarak bakarsak yanılırız. Çünkü bu ihracat miktarının tamamı yabancı menşeili tohumluklardır. Bunlar ana materyali yurt dışından getirilerek Türkiye sınırları içerisinde OECD sertifikasyon sistemi dahilinde üretilip tekrar yurt dışına ihracı yapılan tohumluklardır. Yani taşeron üretimdir. Tohumlukların sahibi çok uluslu şirketlerdir.

Neoliberal politikalar 2000’li yıllarda hız kazanarak devam etmiş ve bunun gereği olarak AKP iktidarı buna uygun mevzuat düzenlemelerini yapmıştır. Bu çerçevede 2004 yılında yeni bitki çeşitlerine ait ıslahçı haklarının korunmasına ilişkin kanun 8 Kasım 2006 tarihli resmi gazetede yayınlanarak 5553 sayılı tohumculuk kanunu devreye girmiştir. Bu mevzuatlarla evet daha verimli çeşitler devreye girmiş ancak dışarıya bağımlılığımız artmıştır. Özellikle 5553 sayılı tohumculuk kanunu ile Türkiye Tohumcular Birliği ve alt birliklerin kurulması gerçekleştirilmiş ve tohumda özellikle çok uluslu şirketlerin hakimiyeti artmıştır. Ziraat Mühendisleri Odası’nın o dönemki itirazları dikkate alınmamış o gün odaya karşı çıkanlar bugün o uyarılarımızın ne kadar haklı olduğunu yaşayarak acı bir şekilde tecrübe etmişlerdir. Bu yasanın devreye girmesi ile sertifikasyon sistemine girmemiş tohumların ticareti yasaklanmıştır. Bundan en fazla yerel çeşitlerimiz ve ürettiği ürününden tohum ayırarak bunu komşularına satan küçük çiftçilerimiz etkilenmiştir

GDO VE Hibrit Tohumlar:

Dünyada tarım ve gıdanın önemine paralel olarak tohum stratejik önemi de artmıştır. Bu artış yukarıda da söylediğimiz gibi tohumluklarda çok uluslu şirketlerin bu alanda hakimiyeti sonucunu doğurmuştur. Bu hakimiyet özellikle yabancı döllenen çeşitlerde hibrit tohumlar ve 1980’li yıllardan yaşamımıza giren genetiği değiştirilmiş organizmalardan elde edilen tohumlarla derinleşmiştir. Hibrit tohumlar  bir bağımlılık ilişkisi yaratmasına rağmen bizim de reddetmediğimiz bir üretim tarzıdır. Burada yapılması gereken yerli hatlarımızın geliştirilmesidir. Ayrıca yerel çeşitlerimiz hastalık ve zararlılar açısından yapılan kontroller sonucunda özgürce alınıp satılabilmelidir.

Açlığa çare gibi ulvi bir konunun arkasına sığınılarak ortaya çıkarılan Genetiği Değiştirilmiş Tohumlar (GDO) ise asla açlığa çare değildir. Zirai Mücadele kimyasalları kullanımını azalttığı öne sürülse de, insektisitlerde (böcek öldürücüler)  evet bir miktar azalma sağlarken herbisitlerde (ot öldürücüler) artışa sebep olmuş ve toplamda kullanılan kimyasal miktarı artmıştır. Gen kaçışları ile biyolojik çeşitlilik için son derece tehlikelidir, bunun yanında tartışmaları sürse de sağlık risklerini de içinde barındırdığı (bazı çevreler tarafından kabul edilmese de) artık bilinmektedir. Bu nedenle dünyanın da Türkiye’nin de Genetiği Değiştirilmiş Tohumlara (GDO) ihtiyacı yoktur. Biyoteknolojiye evet GDO’lara hayır. Türkiye’de mevcut yasalara göre GDO’lu tohum üretimi yoktur. İnsan gıdası olarak da Türkiye’ye girişi ve kullanımı yasaktır. Ancak hayvan yemi olarak kullanılmak üzere Biyogüvenlik Kurulu tarafından verilen izinlerle ithalatına izin verilmektedir.

Kamuoyunda hibrit tohumlar ve genetiği değiştirilmiş tohumlar aynıymış gibi kullanılmaktadır. Bunlar yukarıda bahsettiğimiz gibi birbirinden çok farklıdır. Tek ortak yanları bağımlılık ilişkisi yaratmalarıdır.

İsrail Tohumlarını mı Kullanıyoruz?

Kamuoyunda dillendirilen ve adeta bir şehir efsanesine dönüşen İsrail tohumlarını kullandığımız görüşüdür. Ekonomi bakanlığı verilerine göre 2015 yılı itibariyle ülkemizin en fazla tohumluk ithal ettiği ülkelerden ilk sırayı 28 milyon dolarlık değeri ile toplam tohumluk ithalatının %14,6’sının yapıldığı Fransa, 2’nci sırayı 24,8 milyon dolar ve %13 pay ile Hollanda, 3’üncü sırayı 18,9 milyon dolar ve %9,8 pay ile ABD almaktadır.İsrail bu sıralamada 11,056 milyon dolar ve %5,7’lik pay ile Çin’in ardından 8. sırada yer almaktadır. Yani İsrail tohumları meselesi biraz şehir efsanesidir.

Sonuç olarak tohum üzerine söylenecek daha fazla söz var. Ancak bizim burada son sözümüz; “Tohum yaşamdır. Yaşam Patentlenemez. Yaşamımıza ve geleceğimize sahip çıkmalıyız.”

Share